Yılsonunun gelmesiyle 2021 ekonomisi ve 2022’de gerçekleşebilecek olaylar hakkında değerlendirmelerde bulunan İstanbul Arel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Muhasebe ve Finans Yönetimi Bölümü Öğr. Üyesi Doç. Dr. Cüneyt Dirican, 2021 yılı Türkiye ekonomisine bakıldığında, kamu borcunun Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) oranında, Maastricht kriteri maksimum yüzde 60 oranını yüzde 40 ile tutturabilen tek ekonominin Türkiye olduğunu söyledi. Doç. Dr. Cüneyt Dirican “Bütçe açığının GSYİH’ya oranı ise yılı eksi yüzde 3,5 ile hedeflenenin altında iyi bir yerde genel kabul oranı eksi yüzde 3’e yakın bir yerde kapatacak. Cari açığın ise beklenenin yarısı kadar bir seviyede 15 milyar dolar civarında gelmesi bekleniyor. Bunda en önemli etken arz krizine yol açan tedarik zinciri sorunları ile ihracata olan talep. Sanayide ve hizmet sektöründeki hareketlilik yanında bunların bileşimi ile yılsonunda çift haneli büyüme oranının yakalanması belli alanlarda işgücü talebinin artması ile istihdama olumlu olarak yansıyor. Ancak küresel enflasyon sorunu haliyle bizde de var. Arz talebe yetişemiyor ancak bizde daha çok gıda fiyatları etken” dedi.
Doç. Dr. Cüneyt Dirican, kıyaslandığında cari açığı, enflasyonu bir kenara koyarsak yukarıdaki makro göstergelerde genelde Türkiye’nin, Fransa, İtalya, İngiltere, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerin makro oranlarından daha iyi durumda olduğunu belirtti.

“Gelir dağılım eşitsizliği dünyanın olduğu gibi bizim de sorunumuz”

Doç. Dr. Dirican aynı zamanda, “Burada karşımıza finansal okuryazarlık çıkıyor. Ekonominin altın, borsa, döviz, faizden oluşmadığını hatırlatmak gerekiyor. Piyasalardaki oynaklık bu makro verilerin haliyle önüne geçiyor. Kur ise enflasyonu doğrusal etkiliyor. Gelir seviyesi son dilimde olanların sayısı ülke nüfusunun yarısına yakın olunca haliyle satın alma gücü kaybını daha çok hisseden kesimler orandan çok çarşı pazardaki filenin miktarına bakıyor doğal olarak ki haklılar, gelir dağılım eşitsizliği dünyanın olduğu gibi bizim de sorunumuz” şeklinde konuştu.

Bu ekonomik oranlardan doğrusal pay alamayınca 3600 ek gösterge, EYT, asgari ücret konularının daha çok gündem olduğunu dile getiren Dirican, “Ancak elçiye zeval olmaz, enflasyonu tetikleyecek fazla zam ve likidite bu işi sarmala, hatta hiperenflasyona götürür. Dengeyi bulmak önemli. Günü veya geleceği kurtarmak arasında zor bir karar yılına giriyoruz” ifadelerini kullandı.

Döviz kurlarının yükselişte olmasıyla 2022’de ülke olarak karşılaşabileceğimiz sorunlara değinen Dirican, “G20 ülkeleri arasında Endonezya ve Çin dışında enflasyon oranı üzerinde politika faizi uygulayan Merkez Bankası yok. FED ve ECB dâhil. Hatta petrol zengini Norveç bile. Ancak bu durum bizde piyasa tarafından aynı şekilde algılanmıyor. Bu nedenle pandemi döneminde çarkların dönmeye devam etmesi, istihdam, ihracat, vb. başlıklar için kredi maliyetlerini düşürmek söz konusu olunca bu enflasyon ve piyasa algısı nedeni ile kurlara, kurdan hareketle de enflasyona yansıyor” açıklamalarında bulundu. Dirican sözlerini şöyle sürdürdü: “Öte yandan 1985-1995 arası dönemde ve sonrasında Çin Yuanının izlediği performans dikkate alındığında, ortada bir realite var. Washington Konsensüsünü reddeden ve kendi ekonomik modeli Pekin Konsensüsünü izleyen Çin, önce cari açığını kapatıp, sonra rekor cari fazla verir hale geliyor.”

“Kurun yükselmesi bizde ihracatı destekliyor”

Markalaşmanın, patentlerin, üretim ve sanayinin yanında yüksek teknolojinin öneminin büyük olduğunu söyleyen Dirican, “Kurun yükselmesi bizde genelde enflasyona yol açarken, olumlu tarafta ise ihracatı destekliyor. Tabii 250 milyar dolara yakın DTH hesap sahibinin yanında evi, arabası, arsası olanın varlığında değer katıyor. Yerleşikler için turizm sorun olurken pandemiden çıktıkça turizm gelirlerine pozitif katkı sağlıyor. Ancak dış borcun TL cinsinden miktarını da arttırıyor. Yani bir Yin Yang durumu var ortada. Burada bir saptama daha yapmak lazım. Örneğin, Euro kalkanında olan Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi ülkeler bugün birlik dağılsa aynı akşam en az 8-10 kat paralarında devalüasyon yaşamak zorundalar. Alternatif yatırım enstrümanlarının azlığı ve borsada derinliğin fazla olmaması da dövize yönelik yatırım talebinin bir etkeni. Mevduat, yatırım ve emeklilik fonlarının reel getirileri cazip değil. Hane halkı ne yapsın?” dedi.
2022’de ekonomik olarak Türkiye’yi ve dünyayı nelerin beklediğine dair açıklamalarda da bulunan Doç. Dr. Dirican, Seçim yılı nedeni ile büyümenin bu yıla kıyasla biraz daha düşük geleceği, yatırımların seçici olduğu, küresel seçim yılı ve başta FED nedeni ile oynaklığın yüksek olduğu bir yıla girdiğimizi belirtti. Dirican, “Mesela Fransa’da Le Pen kazanırsa bir anda Euro’nun ve Avrupa Birliği (AB)’nin sorgulandığı bir sürece gireriz ve yukarıda bulunan senaryo bir anda realitemiz olabilir” dedi.

“Haziran’a doğru enflasyon bu hızla devam ederse faiz artışları gelecek”

FED başkanının Şubat ayında değişmesi ihtimaline değinen Doç. Dr. Dirican, “Bu olursa son 4 yılda 3. FED başkanını görecek piyasalar. Haziran’a doğru ise enflasyon bu hızla devam ederse faiz artışları gelecek. Bu ABD ara seçimini çok ciddi etkileyecek. Eğer Biden Hükümeti topal ördek konumuna düşerse stagflasyon riski daha çok artacak ve kalıcı hale gelecek. Bu durumda tüm dünya sıkıntıya girecek” dedi.

“Seçim yılına rağmen bizim için bir fırsat yılı da olabilir”

Son olarak da Çin’in kendi sorunları da bu gidişatı destekler nitelikte olduğunu söyleyen Dirican, “İhracat, turizm, üretim, hizmetler sektörü bu nedenle daha da önemli. Bu yüzden piyasa algısı ile bu piyasa gerçeği arasındaki git gelin boyutu süreci belirleyecek. Enerji ve arz krizi böyle devam ederse dünya açısından ciddi bir kalıcı sorun. Değişkenlere bağlı olarak, seçim yılına rağmen bizim için bir fırsat yılı da olabilir” açıklamalarında bulundu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir