Yeme içme sektöründeki markalar yeni normalleşme sürecine adapte olmaya devam ediyorlar. Markaların bir kısmı nisan-mayıs döneminde kısmı işletmelerini kapatarak giderleri durdurmayı bir kısmı paket servis operasyonuna odaklanarak gelir elde etmeyi, bir kısmı da alternatif satış kanalları oluşturmaya çabaladı.

Her markanın kendi koşullarında yaptığı olumlu adımlar mutlaka olduğunu belirten Goodjob’ın kurucu ortağı, İçgörü Uzmanı Ve Marka Stratejisti Eren Özata, “Ama sektörün bir konuda sınıfta kaldığını gördük. Hem ilk kısıtlama dönemi öncesi yürüttükleri iletişim çalışmalarıyla hem de normalleşme sürecine dönerken ve halen de sektörde bu yanlış yapılmaya devam ediyor. Yaptığımız araştırmalarda normalleşme sürecinde üç tip tüketici davranışı gözlemledik” dedi.

“Kovid-19 sonlanana kadar restoranlarla ilişkisini duranların oranı yüzde 20”
Restoranların istatistiklerine göre, aşı bulunana kadar bu insanlar restoranlara gitmeyecek ve dışarıdan da yemek söylemeyecekleri bilgisini paylaşan Özata, “Restoran verilerine göre, bu insanların toplam yeme içme müşterileri içerisindeki payı yüzde 32 civarında. Yüzde 25 ise aşıyı beklemeden normalleşerek, Kovid-19 öncesindeki gibi restoranlara girerek yeme-içme sektörünün müşterisi ve tüketicisi olmayı sürdürüyor. Kovid-19 artsa da azalsa da bir kısıtlama olmadığı sürece doğal ihtiyaç olan beslenme ihtiyaçlarını karşılamak üzere toplum bireyleri restoranlara gidecekler. Yeme-içme sektörünün müşterileri arasındaki verilerek bakarsak, toplam kitlenin içerisinde daha çok gençlerden oluşan yüzde 27’lik bir grup var. Bu grup yine şu anda sektörün asıl harcama yapan grubu. Normalleşme sürecinde Kovid-19 öncesi yeme-içme alışkanlıklarını sürdürmeyenlerin oranı ise şehir nüfuslarına oranla toplam nüfusun yüzde 40’ının üzerinde. Bu grubun en belirgin özelliği geçmişe özlem duymaları ve bir an önce özlemlerini giderme arzusuna sahip olmaları. Hangi taraf ağır basarsa ona ikna olacaklar. Ve pozitif tarafa ikna olma eğilimindeler. Bu grup orta yaş grubu ağırlıklı ve harcama sıklığı ve oluşturdukları ciro itibariyle diğer gruplardan daha büyük bir dilimi temsil ediyor. Neredeyse her 2 kişiden 1’i bu gruba dahil oluyor. Tüketicilerin yüzde 50’si endişeli ama umutlu bir tüketici profili çiziyor. Yeme-içme sektörünün müşterilerinin yüzde 20’si ise Kovid-19 sonlanana kadar restoranlarla ilişkisini durdurmuş durumda. Bu yüzde 20’yi ise kronik hastalık nedeniyle korumacı davranan ve evde kalma süreleri uzun olan orta yaş ve 65 yaş üstü tüketici grubunu oluşturuyor.” dedi.

“Özlemi açığa çıkaracak iletişim yolu seçilmeli”
Sektörün mevcut durumda; yüzde 40 kapasite ile çalıştığına dikkat çeken Eren Özata, “Sektörün normalleşme sürecinde yüzde 70 dolu kapasiteye kadar genişlemesi mümkün. Aşı bulunana kadarki süreçte günlük toplam cirolarda en maksimum kapasiteye yükseldiğinde restoranlar en düşük yüzde 30’luk bir kayıp öngörüyorlar. Sektördeki markaların iletişimleri üçüncü gruptaki insanların davranışını etkiliyor ve değişmesine sebep oluyor. Bu insanların korkularını körükleyerek sadece alınan tedbirle ilgili iletişimle beslerseniz, toplum restoranlara gidilmemesi gerektiğine ikna olacak. Bu da pazarın daha da hızlı daralmasına neden olacak. Yapılması gereken arada kalan insanları özlemleriyle buluşturmak olmalı. Dolayısıyla markaların bu özlemi açığa çıkaracak bir iletişim diline ve aynı özlemi yaşatacak bir operasyona sahip olmaları gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

Bugün birçok yeme içme markasında ortak görülen iletişim davranışının; ağırlıklı olarak aldıkları önlemlere dair iletişim yaparak “endişeyi körüklemek” olduğunu belirten Özata, “Aşıyı bekleyenler ve korkusuzlar için markalar bir şey yapamaz ama ‘endişeli umutlular’ sahaya inmez ise sektörün toparlanması aşının kesin olarak bulunup uygulanmasına kalır. Bunu istemiyorsak; negatif çağrışımlara sahip olan alınan önlemlere dair iletişime devam edip endişeyi körüklemek yerine özlemlerin tadını hatırlatmaya odaklanmalıyız.” diye konuştu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir